13 Kasım 2014 Perşembe

istanbul'mu uzaklaştı gökyüzünden

Çocukluğumda yıldızları toplardım gökyüzünden, sık sık yutulsamda oyunlarda her akşam binlerce olurdu yeniden yıldızlar. büyülü gibiydi gece ve gökyüzü ben aldıkça artıyorlardı düşünürdüm yutulduğum yıldızları kazanan çocuklar yeniden gökyüzüne mi saklıyorlardı onları yoksa yeniden paylaşmak adınamı atıyorlardı onları gökyüzüne

şimdi istanbul'mu uzaklaştı gökyüzünden yoksa artık onları yerine asacak çocuklar mı kalmadı, nereye saklanır yıldızlar nereye saklanır düşlerim, sen hiç yıldızlarla oynadınmı, cebine yıldız doldurup kanatlandın mı gökyüzüne, biz çocukken sımsıcak düşlerimiz vardı ve gaz lambası ile aydınlanırdı evimiz, devasa sokak lambalarımız yoktu bu yüzden yıldızlar sarardı geceleri bizi, bu yüzden hıçkırıklarımıza katardık AYDEDE'yi, şimdi sokakların ve şehrin parlak ışıkları altında kaybettik yıldızları ve geceyi...

11 Kasım 2014 Salı

Eş dediğin koluna değil, yüreğine yakışmalı! Öyle sıradan gelip geçici heves değil sonsuza kadar nefes olmalı !

Eş dediğin, önce saygılı olmalı. Güler yüzlü, sevecen olmalı. Öyle ki, gülüşünü gören gözler onu izlemeye doyamasın. Eş dediğin aşık olmalı. Gözü sevgiliden başkasını görmemeli. Onu görünce kalbi pır pır etmeli, heyecanlanmalı. Hep yanında olmayı istemeli. Onsuz bir hayatın anlamı olmamalı.
Eş dediğin güven duymalı, sevgiliye kefil olmalı. Sevincini, üzüntüsünü ve derdini onunla paylaşabilmeli. Eş dediğin özlemeli. Sevgili yanında değilken, yediğinden, içtiğinden bir lezzet alamamalı. Sevgiliden ayrı kaldığı her saniye, ona seneler gibi gelmeli. Çok özlemeli, içi acımalı. Sevgiliye kavuşacağı günü iple çekmeli, uykuları kaçmalı.
Eş dediğin, mutlu etmeli. Sevgiliye, onu sevdiğini utanmadan, çekinmeden söyleyebilmeli. Öyle kuru bir “Seni seviyorum” ya da parlak bir tek taş ile de değil. Bazen ucuz bir kırmızı gül, bazen binlerce kez “Seni seviyorum” diyen bir bakış, bazen “iyi ki benimsin” diyen bir tebessüm yeter sevgiliye.
Eş dediğin, değer vermeli. Her şeyden önemli tutmalı sevgiliyi. Gözü gibi bakmalı, bakmaya kıyamamalı. El üstünde tutmalı sevgiliyi. Peki ne yapmalı sevgili?
Eş dediğin ‘EŞ’ olunca, sevgilisi ona köle olmalı. Nesli tükenmiş aşkların, yeniden canlanması ümidiyle…(alıntı)

6 Kasım 2014 Perşembe

Papatya Tarlası


 
 
Bir papatya tarlası düşün.İlkbahar ayı.
Ve sen onun yanından geçen yolda yürüyorsun.
Ve o papatya
tarlasında bir papatya
dikkatini çeker.
Binlercesinden birisidir, ama sen onun yanına gidersin.
Onda seni çeken bişeyler vardır.O papatyayaı olduğu yerden
koparırsın. Sadece senin olsun istersin.Sadece senin öleceğini
düşünmeden ve gidersin o tarladan
içindeki şiddetin durduramadığı bir benciliktir ama bir o kadar güzel ve hapsedici.
TUTKU bu olsa gerek…

Yine o tarlanın kenarındaki yolda
yürüyorsundur. Yine milyonlarcası arasından bir tanesi seni çeker. Yaklaşırsın yanına.Gözlerin başkasını görmez olur o an.Onun için herşeyi yapmak istersin.Dokunmak istersin, dokunamazsın..Orda onunla ölmek
istersin.Ama birden hafif bir rüzgar eser ve bir başka güzel çiçek kokusu gelir burnuna.Dayanamazsın onun kokusuna unutturur herşeyi bir anda ve o kokunun geldiği yöne gidersin. Diğer papatya orda kalmıştır.Yüreğinin bir kenarında…Paylaşılmamış birçok şey vardır.Unutamaz belki ama geri de dönemezsin ona.
AŞK bu olsa gerek…

Yine o yoldasın.Papatya tarlasının yanından geçen.
Veyine bir papatya milyonlarcasının içinden seni çeker, gidersin yanına.Orda kalakalırsın.O hiç ölmesin diye herşeyi yaparsın.
Tüm gücünle onla olmak istersin. Ondan seni koparacak hiçbir güç olmadığına inanırsın ve orda onunla ölene dek birlikte kalırsın.
SEVGİ bu olsa gerek…

 

28 Ağustos 2013 Çarşamba

Güçlü kadın sevilmez, Güçlü kadın çekilmez…

Onun tek suçu güçlü olmaktır!

Her attığı adımda sağlam yere basar. Faturalarını ve ev kirasını kendi öder, arabasını kendi kazandığı parasıyla alır.

Zor durumda kaldıysa telefona sarılıp yardım istemek yerine, önce oturup “Ne yapabilirim?” diye düşünür.

Kendine olan öz güveniyle birlikte, içindeki heves ve istek ona başarıyı getirir. O, hiç pes etmez......

O inanır...

Kaybetse’de üzülmez, çünkü güçlüdür...

Güçlü kadınlar sevilmez...

Terk etmek kolaydır...

Çocuğu olsa bile o, güçlü bir kadındır ve başının çaresine bakabileceği için pek’de ilgilenilmez.

Zayıf kadın; çevresindeki insanlara bağlıdır. Hep yardıma ve sevgiye muhtaçtır.

Ona araba, mücevher alındığında hoşuna gider...

En ufak bir sorun'da telefona sarılıp yardım ister...

Güçsüz kadın, terk edilemez...

Çünkü o, yalnız yaşamaya alışık değildir...

O, kendi ayakları üzerinde duramaz...

O muhtaçtır...

Güçlü kadınlar çekilmez...

Kadın; rakip görür, komplekse girer ve kıskanır...

Erkekse; kaldıramaz ve onu taşıyamaz...

Sonunda, hep güçlü kadın terk edilir... Güçlü kadın yalnızdır... Güçlü kadın çekilmez... Güçlü kadın sevilmez...

Erkeğine muhtaç olan kadınsa, koruyup kollanır...

Saçı okşanır...

Güçlü kadınsa, yalnızdır...

İlgi görmez, gösterilmez...

O yine de, güçlü kalmak için, savaş verir...

Tek suçu ise, güçlü olmaktır...

Oysa; o da, bir Kadındır...

O da, ilgi bekler...

Onun da belli etmese’de saçı okşandığında hoşuna gider...

O da, zorlanır...

O da, üzülür...

O da, yorulur...

Onlara bu kadar yüklenmeyin ve onları da anlamaya çalışın...

Onlar ki; Kadın - Erkek eşitliğini kanıtlamak için çabalayan Kadınlar!

Çocuklarına hem Anne, hem de Babalık yapanlar...

Omuzlarında ki yükü hafifleteceğinize, sırtlarına bir yük daha eklemeyin.

Sert görünen kalbinin içinde, yufka gibi bir yüreği vardır onun.

O; sadece korumak ister kalbini.

Kendisini ve çevresini kötülüklerden uzak tutmak.

Kolay değildir Kadın olmak! Hele'de güçlü durmak...

23 Ocak 2013 Çarşamba

Peki ya bu fincanlara ne demeli?

 
çaya- kahveye düşkünüzdür bilirsinizki koyu kahve ve çay sohbetlerimiz meşhurdur.. e malum olmayada devam edecektir. peki bu fincanlara bakın bakalım beğenecekmisiniz bunları?
 
 
 
 











 




 



 







 




9 Ocak 2013 Çarşamba

Yagan kartaneleri nelerin üstünü örtmüyorki...

KARANLIĞIN ÜZERİNE YAĞAN KAR TANELERİ

Kar tüm beyazlığı ve saflığıyla tane tane üzerimize dökülmeye koyulurken, umutlarımızı alevlendirmeye başladı bile… Yolunun gözlendiğini bilircesine yağmaya başladı yine… Kendinden emin, yavaş ve salına salına kendini göstermeye niyetli kar taneleri… Sevildiğini, istendiğini ve beklendiğini bilen bir insanın kendine güveni gibi, bir assolist edasıyla bu yılın ilk gösterisine perdelerin arasından çıkıyor şu dakikalarda…
Kendisi yeterince güzel bir şey ama yine de hediyeleriyle geliyor…
Bembeyaz bir örtü örtecek kirlenmiş şehrimizin üzerini… Belki okullar tatil olacak… Mikroplar kırılacak… Genci yaşlısı demeden herkes çocuklar gibi çılgınca kartopu oynayacak… Milyonda bir gelen bir mucize gibi gördüğümüz dokusunda yuvarlanmak isteyecek herkes… Yanaklar ve eller kıpkırmızı olana kadar… Hatıra fotoğraflarıyla kalıcı hale getirmek isteyecek yine herkes onu… Tapılan bir güç gibi, önünde eğilinen bir kraliçe gibi…
Sevgililer daha da bir romantikleşecek bu gece… Kar göründüğü kadar üşütmese de birbirlerine sarılmak isteyecekler delicesine…
Eskisi gibi çıtır çıtır yanan sobalar pek yok artık… O yüzden elimizde ne varsa onunla ısınarak pencereden izlemek isteyeceğiz onu…
Dağlara tırmanıp özgürleşme isteği doğuracak…
Kimilerine kaymayı ve içinde kaybolana kadar dolaşmayı çağrıştıracak…
Kimilerine en özel gününü hatırlatacak benim gibi… Yağan karla kutsanan özel anlarını…
Bir müzik gibi saracak ruhumuzu…
Bir umut gibi ele geçirecek duygularımızı…
İstanbul’da kar, her zamanki gibi olduğundan ve göründüğünden çok daha fazlası…
Ona yüklediğimiz değer çok muazzam…
İsteriz ki yağan kar bu sefer tutsun. Bilmem kaç cm ye ulaşarak hayatı felç etsin… Etsin ki hiç bir şey yapmak zorunda kalmayalım. Kendimizle ve doğayla baş başa kalabilelim. Karla boğuşup kendimizi ve derdimizi unutabilelim…
Şehrin karanlığı bir gün de olsa aydınlansın. Her yer beyazlara bulansın…
İsteriz ki kar lapa lapa yağsın durmadan…
Bir gün bile olsa…
Dilekleri gerçek yapacak bir mucizeymiş gibi medet umarız ondan…
Ve İstanbul’da ilk kar dökülüyor üstümüze şu saat itibariyle…
Kirsiz, passız, saf ve en tertemiz haliyle…
Hepimizin olmak istediği ya da olmayı unuttuğu gibi…
Güzelliklerinle ve verdiğin umutlarla hoş geldin kar… Şehrimize, sokağımıza ve kalbimize…(berrak'ın kaleminden alıntıdır)

14 Aralık 2012 Cuma

"Mutluluk seninle mutlu!"

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hayat sevdiklerinle mutlu..

Senelerdir evliydiler. Sevgi ağacını sabırla besleyip meyvelerini bu dünyada tatmak, sonsuz hayatta yemekti duaları. Dualarını işit...
en yaratıcıları da onlara iki evlat hediye etmişti. Küçük zorluklar, büyük mutluluklar içinde yaşıyorlardı.

Bir yaz tatilinde anne ve çocuklar tatile çıktılar. Baba çalıştığı için gidemedi, günleri yalnız geçirmek zorunda kaldı. Ama, yalnızlık ona göre değildi. Sıkıldı,
özledi, aradı. "Normal" gördüğü zamanlarda şair gibi:

"Bir insan daha var, çok şükür, evde;

Nefes var,

Ayak sesi var;

Çok şükür, çok şükür."

Diye şükretmediğini fark etti. Özlemle bekledi, telefonla hasret giderdi, ama yetmedi. Nihayet günler geçti. Evin güzel annesi ve çocuklar eve döndüler. Kadını evde güzel bir sürpriz bekliyordu.

Kapıdan İçeri adım attığında, ayakkabı dolabının üstünde kırmızı bir gül ve bir not duruyordu:

"Hayat seninle mutlu."

Hoş bir duyguydu yaşadığı. Sevgi ve Özlemle kocasının boynuna sarıldı. Kadın, su içmek için mutfağa girdiğinde bu defa masanın üzerinde başka bir kırmızı gül ve not buldu:

"Yemekler seninle lezzetli."

Şimdi bütün odaları gezmesi ve gülleri toplaması gerektiğini anlamıştı. Oturma odasına girdi, başka bir gül ve not bekliyordu onu:

"Sohbetler seninle bereketli."

Heyecanla girdiği çocukların odasında da benzer bir işaret buldu:

"Çocuklarımız seninle arkadaş ve muhabbetli."

Banyoda aynanın önünde:

"Güzellikler seninle güzel."

Salonda:

"Hayat seninle mutlu."

Sevdiğini ve sevildiğini yüreğinde hissedip kocasının elini tutup yatak odasına girdiğinde son notu ve gülü buldu:

"Mutluluk seninle mutlu!"